Sanat, en yüzeysel şekliyle, yaratıcılığın ve hayal gücünün bir ifadesi olarak tanımlanıyor.
Diğer bir taraftan farklı unvana sahip insanların, sanat hakkındaki görüşleri incelendiğinde, şu gibi sonuçlar elde ediyorum;
Rodin’e göre sanat, dünyayı anlatmak ve anlamak isteyen bir düşünce çabası. Tolstoy’a göre, sanat, insanın bir zaman duymuş olduğu bir duyguyu kendinde canlandırdıktan sonra aynı duyguyu başkalarının da duyabilmesi için hareket, çizgi, renk, ses ya da sözcüklerle belirlenmiş biçimlerdir. Kant, sanatın kendi dışında hiçbir amacı olmadığını, onun tek amacının kendisi olduğunu belirtir ve ekler, güzel sanatı ancak deha yaratabilir. Hegel’e göre, sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür, kendisine doğanın taklitinden başka bir amaç bulmalıdır. Marks’a göre sanat, yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı, yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanatlar gelişebilir. B. Croce, güzelliğin yerine anlatımı öne çıkartır. Sanat, sezginin ve anlatımın birliğidir. Bireysel ve teorik bir etkinliktir. Doğa sanatçının yorumu ile güzel olabilir şeklinde açıklar sanatı. Neo-Wittgenstein’cı görüşe göre, sanat açık bir kavramdır ve tanımlanamaz. Bülent Örkmen’e göre, sanat bir işe yaramaz, sanat tüketilmek üzere olan bir şey değildir. Bir yararı olmaması, gereksiz olması onu sanat yapar. Gereksiz olanla ilişki kurma, kurabilme halidir. Naz Erayda ise sanat halisünasyon görmektir, duyarlılık yaratır demiş. John Carey’e göre de, herhangi biri bir şeyin sanat olduğunu söylüyorsa o sanattır diyerek düşüncesini belirtmiş.
Sanat hakkında söylenmiş onca cümleden bir kaçını ele aldım. Tanımlamalar çoğaltılabilir ve görünen şu ki, tanımlayan insanlar gibi bireylerin çoğu da kimi görüşü kabul edecek kimisini reddedecektir. Aslında, tüm bu sanat tanımlarının yapılmaya çalışılması, bunun ne kadar doğru olduğu tartışmalarını da gündeme getirmektedir. Süregelen zaman boyunca da çoğu çevrelerce, bu konunun tartışıldığını görüyoruz.
Bu tanımlamaların sorguladığı şey aslında, neyin sanat olup neyin olmadığıdır. Bir genelleme yapmak ya da sanatta bir kategorize işlemine yönelmek, bu konuyu açıklığa kavuşturmak için zor bir yöntemdir. Söylenmiş onca söze yöneltilen soruların ardından şuraya ulaşıyoruz, gerçek sanat ya da gerçek olmayan sanat nedir? Düşünceler irdelendiğinde, siyasi parti liderlerinin bir uca çekilmemek için sorulara, politik cevaplar verdiği cümle kalıplarının aynısını sanat hakkındaki cümlelerde görüyorum. Süreç içinde verilen tanımlar ya da söylenenlere bakıldığında, günümüzde sanatı tanımlamak için kullanılan cümleler sığ, kestirme ve elle tutulur değil. Hele ki kendi ‘sanat yorum’unu, başka insanlara ‘sanat budur’ diye anlatan insanların varlığı sanat tarihine yapılan bir vurgundur. Çoğu insan da bu tartışma konularından sıkılmış olsa gerek, sanatı yok sayıp bu gibi düşüncelerin, yaşanan hayata ket vurduğu düşüncesindedir.
Günümüz sanat dünyasına bakarsak eğer, neyin gerçek sanat, kimin sanatçı olduğunu anlamak daha da zor. İnsanlar sıfatları kendi kendilerine veriyorlar. “Ben ressamım.”, “Ben sanatçıyım.” Onlara göre yaptıkları ‘iş’ de sanat eseri olmayacak değil ya(!) Başka bir açıya yönelirsek, sesi az çıkanların sergi açtığında, daha çok sanatçı olduklarını zannetmeleri. Yaptıkları bir ‘iş’in satıldığında onun sanat eseri olduğu düşünceleri etraflarında kol geziyor. Kimisi de sanatı kişisel dürtülerini tatmin etmek için sanatı kullanıyor. Yaptıkları ‘iş’leri olumsuz yönde eleştirdiğinizde, onları fark edebilirsiniz. Katlanamadıkları şey o ‘iş’e söylenen söz değil, kendilerine söylenen sözdür. Sanat eleştirilemez, sana göre sanat olmayan şey başkasına ya da ona göre sanatsa o sanattır düşüncesi de bu kişilerin savunduğu görüşlerdendir. Her şey sanat değildir, her şey sanat olsaydı ‘her şey’ sanat olurdu. Sanatı bu tarz kalıplar içerisinde olmasını tavsiye etmeyenler ise sanatın bir tüketim ürünü olmadığı, bir işe yaraması gerekmediğini savunuyorlar. Bir işe yaramasaydı o sanat olmazdı. Bir işe yaramayacağı düşünülseydi Roma’da propaganda aracı olarak kullanılmazdı. Krallar kendilerini Tanrı olarak göstermezdi. Ego tatmini için kullanılmazdı. İşe yaramayan bir şeye sahip olduktan sonra üzerine bir de para verilmezdi değil mi?
Bu karmaşıklıkların asıl kaynağı herkes sanatı kendi istediği gibi görüyor. Bakış açılarının farklılıklarına göre de gerçek sanat, gerçek sanatçı herkesin kafasında farklı eserler farklı kişiler. Duchamp’ın sergilediği pisuvar kimine göre heykel kavramını kökünden değiştiren, sanat-kapitalizm ilişkisine katı bir göndermede bulunan bir iş. Kimine göreyse Duchamp yaptıklarını değil bulduklarını sergiliyordu. Süregelen zaman içerisinde özellikle de günümüzde insanlar, herhangi bir ‘düşünce’ye, ‘fikir’e, ‘kavram’a, ‘proje’ye sahip olduklarında, görsel sanatlar içerisinde bir teknikle bunu yaparak gerçek sanata ulaştığını düşünüyor. Yapılan bir işin bir düşünceyi anlatması, başkaları anlamasa da yeterli görülüyor. ‘Modern sanat’ denilen şey ya da ‘postmodernizm’ de olabilir, bunun için bir kılıf oluşturuyor. Modern sanat, ‘anlaşılamamak’ bir lüks olarak görülmektedir. Ama sanat, herhangi bir düşünceyi dışa vurmak değildir. Bir duygu ya da düşünce, ifade edildiği ana kadar açıklık kazanmamış olup, ifade edilişi onun keşfedilmesine neden olacak bir duygu ya da düşünce olmalıdır. Bir işin bir düşünceyi benimsemesinin yeterli olduğu düşüncesi, günümüzde milyonlarca şeyin anlaşılması gerekirken anlaşılmaması üzerinedir. Bir tek onu yapan kişi bu konunun farkındadır. Evet, sanat evde de yapılabilir. Ama onu sergileyip, bunu anlamayanlara anlama kıtlığı çekiyor düşüncesiyle yaklaşıp, kendini uç noktalarda hissedip, yaptığı işi de gerçek sanat olarak sıfatlandırması ne kadar doğrudur? Sanatın ya da gerçek sanatın ne olduğunu düşünmenin zor olacağını söylemiştim. Yapılan onlarca şeyden bir türün, gerçek sanat olmadığı fikrindeyiz. Peki, gerçek sanat nedir? Bu gibi elemeler yapıldıktan sonra geriye kalandır gerçek sanat.
Tolstoy sanatı değerlendirirken şöyle der: Gerçek bir sanatsal yapı, belirli bir düzene konulamaz, çünkü gerçek sanat yapıtı, (bizim kavrayışımızın ötesindeki yasalarla) sanatçının içinde uyanan yaşama ait yeni bir kavramın açığa vurulmasıdır ve bu kavram ifade edildiğinde, insanlığın yürüdüğü yolu aydınlatır. Duygu’nun evrimi sanat aracılığıyla gelişimini sürdürür. İnsanlığın mutluluğu için daha az iyi ve daha az gerekli duyguların yerini daha iyi ve daha yararlı duyguların alması sanatın amacıdır, olmalıdır. (Bu amaç, sanat yapıtlarının bir değer olmasını da doğal olarak sağlamış olacaktır.) Sanatın içeriğini oluşturan duygulardan bahsedecek olursak; sanat, bu amacını gerçekleştirme oranına göre iyi ya da kötü (değerli ya da değersiz) sanat olur. Tolstoy, normal bir insanı etkileyemeyen şeyin sanat olamayacağına inanır. Tolstoy’a göre “sanat”ın “değer”i sadece şu gerçekte yatar: Anlaşılamaz ve ulaşılamaz biçimde olan bir düşünceyi anlaşılabilir ve hissedilebilir yapmak… İnsanların bir sanat yapıtında görmek ve yaşamak istedikleri şey, yapıtın taşıdığı kendi öz değeri aracılığı ve katkısıyla, duygusal ve düşünsel anlamda kendilerinin içsel zenginliklerine değersel katkılarda bulunabilmesidir. Bu da ancak bir “değer” olabilen yapıtla olasıdır.
Bu yazıda en çok dikkatimi çeken Hegel’in yaklaşımı oldu. Sanattaki güzellik doğadan daha güzel olmalı diyor. Ben bunun mümkün olduğundan şüpheliyim. Sözgelimi, en muhteşem robotu tasarlayalım. Sonuçta bir insanın az ya da çok kopyasından başka bir şey çıkmayacaktır.
Ya da hiç düşünülmemiş bir uzaylı hayal etmeye çalışalım. Eninde sonunda bir şekilde bildik ve doğadan öğrendiğimiz bir şeyin tekrarı ve taklidi oluşacaktır zihin tasarımımızda.
Sanat bence zihnimizde değer duygusuna karşılık gelen somut ürünler ortaya koymadır. Bu değer güzellik, anlam, ya da korku olabilir. Önemli olan ürünün o duyguyu ne kadar yaşattığıdır diye düşünüyorum.
Hala çözümlemeye uğraştığım bu durum için görüşlerini bildirmen çok iyi oldu. Teşekkürler Yılmaz abi.